Güncel Yazılar Mısır Mitolojisi Ortadoğu Ortadoğu Tarihi

Rosetta Taşı ve Hiyerogliflerin Sırrı: Tarihin En Büyük Keşfi mi?

Bazı keşifler, yalnızca bir taş ya da bir yazıt değil, geçmişin kitli kapılarını açan sihirli bir anahtara dönüşebilir. İşte böyle bir anahtar, 1799 yılında Mısır’da Akdeniz kıyısında küçük bir kasabada, kumların arasından gün yüzüne çıktı. O yerleşimi biz, kurucusu Abbasi halifesi Harun Reşid’in adını taşıyan Reşid olarak bilsek de dünya onu Fransızların verdiği Rosetta ismiyle ve Rosetta Taşı sayesinde tanıyacaktı.

Rosetta Taşı Nedir?

M.Ö. 196 yılında yazılan Rosetta Taşı, 13 yaşındaki Firavun V. Ptolemaios’un taç giyme yıldönümünü ilan eden ve rahiplere tanınan ayrıcalıkları belgeleyen bir kararname niteliğindedir. Bu yazıt, firavunun yönetimini överken, rahiplere sağladığı ayrıcalıkları, vergi toplama düzenlemelerini ve kraliyet emirlerinin, ülke genelinde nasıl uygulanacağını ayrıntılarıyla anlatır. Aynı zamanda, firavunun Mısır’ı istikrara kavuşturma çabaları ve tapınaklara yaptığı katkılar da vurgulanmaktadır. Taşın yazıldığı dönemde, Yunan kökenli olan Ptolemaios hanedanı, yerel Mısır halkının direnişiyle karşı karşıyaydı. Büyük İsyan olarak bilinen bu ayaklanma sırasında, Ptolemaios yönetimi, rahiplerin desteğini kazanmak için bu tür bildiriler yayımlıyordu.

Rosetta Taşı, firavunun babasının başlattığı bir savaşın ardından isyan eden Mısırlı gazilere ve firavunun sert müdahalesine atıfta bulunan, bir düşman şehrinin ele geçirilmesini ve isyanının acımasızca bastırılmasını anlatan bir propaganda metniydi. Ancak Rosetta Taşı, tamamen özgün bir metin değil, daha eski bir prototipin güncellenmiş bir kopyasıydı; yalnızca tarih ve isimler değiştirilmişti. Kararnamenin Mısır’daki tüm büyük tapınaklara yerleştirilmesi planlanmış, ancak zaman içinde unutulmuştu. Bu taş görünüşte basit bir kraliyet fermanı ve özü itibari ile bir propaganda aracı olsa da zamanla tarihin en büyük keşiflerinden birine dönüşecektir. Yani Rosetta Taşı’nın önemi, içeridği metinde değil, kaybolmuş bir dili, yeniden çözmemize ve insanlık tarihinin unutulmuş seslerini yeniden duymamıza olanak sağlamasındadır.

Kırık ve eksik halde bulunan Rosetta Taşı, onu benzersiz kılan bir özelliğe sahiptir: Üzerinde aynı metin 14 satır hiyeroglif, 32 satır demotik ve 54 satır Yunanca halinde üç farklı yazı sistemiyle oyularak yazılmıştır. Hiyeroglifler, Mısır’ın kutsal yazısı olarak rahipler tarafından tapınaklarda kullanılırken, demotik yazı günlük hayatta halk tarafından kullanılan yaygın bir dildi. Antik Yunanca ise, Büyük İskender’in fethinden sonra Mısır’ı yöneten Greko-Makedon kökenli Ptolemaios (ya da Batlamyus) Hanedanı nedeniyle, yönetimin resmi dili olarak kullanılmıştı. Dönemin çok kültürlü yapısında, okuryazarlar birden fazla dili kullanabiliyor, resmi metinler ise Yunanca ve Mısırca arasında sıkça çevriliyordu.

Rosetta Taşı Nasıl Keşfedildi?

Rosetta Taşı ilk olarak muhtemelen antik Sais kenti yakınlarındaki bir tapınakta sergileniyordu ki yüzyıllar sonra bir şekilde Reşid’e taşındı. Napolyon Bonapart, Doğu Akdeniz’e hâkim olmak ve Hindistan’daki İngiliz hakimiyetini tehdit etmek amacıyla, Mısır’a 1798’den 1801’e kadar süren askeri bir sefer düzenlemişti. Fransızlar Mısır’a bir yıl önce gelmiş, 400 gemi ve 54.000 kişilik filosu 1 Temmuz 1798’de İskenderiye açıklarında karaya asker çıkarmıştı. Başarılı bir İtalya seferinden yeni çıkan Napolyon, Fransa’nın Orta Doğu’daki ticari çıkarlarını korumayı, İngiltere’nin bölgedeki hâkimiyetine meydan okumayı ve Mısır’ın zengin tarihi hakkında bilgi toplamayı umuyordu.

Napolyon’un 1798 Mısır Seferi sırasında gerçekleşen Piramitler Savaşı’nda, “Askerler! Bu piramitlerin tepesinden, 40 yüzyıl size bakıyor.” dediği rivayet edilir. Bu söz, Napolyon’un askerlerine ilham vermek ve onların tarihsel bir anın parçası olduklarını vurgulamak için söylediği ünlü bir ifadedir. Fransızlar, Mısır Seferi sırasında ağırlıklı olarak Osmanlı İmparatorluğu ve batı kaynaklarında Memlükler adıyla anılan (Mısır’daki Osmanlı Valiliği) ve İngilizlere karşı savaşmıştır. Fransızlar, 1798’de Piramitler Savaşında Murat Bey ve İbrahim Bey’in komuta ettiği Memlük ordusunu mağlup etmiş, Osmanlı, Fransızları Mısır’dan çıkarmak için karşı saldırılar düzenlediğinde 1799’da Ebu Kir Muharebesi ve 1801’de Haliç Savaşı yaşanmıştır.

İngilizler, Napolyon’un Mısır’ı ele geçirmesini önlemek için Osmanlı ile ittifak kurmuş, Amiral Horatio Nelson, 1798’de Nil Savaşı’nda Fransız donanmasını yok etmiş, Napolyon’un ordusunu Mısır’da mahsur bıraktıktan sonra 1801’de Sir Ralph Abercromby komutasındaki İngiliz birlikleri, Osmanlılarla birlikte Fransızları Mısır’dan çıkarmıştır. Savaşın bir aşamasında Fransız mühendisler 15 Temmuz 1799’da Nil Deltası’nda Reşid veya diğer adıyla Julien kalesine yapılan eklentinin temellerini kazarken, antik bir duvara gömülü halde duran bu taşı keşfetmiş, keşfin önemini ilk fark eden subay, Pierre-François Bouchard olmuştur.

1801’de imzalanan İskenderiye Antlaşması ile Rosetta Taşı, Fransızların bulduğu diğer antik eserlerle birlikte İngilizlere teslim edilmiş, 1802 yılında British Museum’a götürülmüş ve o günden bu yana dünyanın en çok merak edilen arkeolojik eserlerinden biri olmuştur. Müzede taşın iki yanında solda, “Mısır’da İngiliz Ordusu tarafından ele geçirildi ,1801” ve sağda, “Kral III. George tarafından sunuldu” yazıları, aynı zamanda Britanya’nın sömürgecilik tarihinin tanıklarıdır.

Taş, o günden beri British Museum’da sergilenmekle birlikte Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, 1917’de, Londra’nın bombalanmasından endişe edildiğinde, diğer taşınabilir, ‘önemli’ eserlerle birlikte, sonraki iki yılını geçireceği Holborn’da yerin 50 metre altındaki Postane Demiryolu üzerindeki bir istasyona taşınmıştır. British Museum’daki Rosetta Taşı’nın, 1952’de devrimle bağımsızlığını kazanan Mısır’a iade edilmesi talepleri, özellikle 1970’lerde ve 80’lerde dile getirilmiş, ayrıca 2003 ve 2007 arasında Mısır Kültür Bakanı Zahi Hawass’ın önderliğinde yoğun çaba gösterilmişse de resmi bir iade gerçekleşmemiştir.

Mısır Yazısının Şifresi Nasıl Çözüldü?

Mısır hiyerogliflerinin anlamını çözmek, bilim insanlarının asırlardır uğraştığı büyük bir muammaydı; yüzyıllar boyunca bu gizemli sembolleri çözmeye çalışsalar da başarılı olamamışlardı. MÖ. 3100’de geliştirilen hiyeroglifler, eski Mısır dilini resimsel sembollerle ölümsüzleştiren kadim bir yazı sistemiydi. MS 400 civarında son olarak bir kaya yüzeyine kazındıktan sonra, bu kadim yazı sonsuz bir sessizliğe gömüldü ve 1400 yılı aşkın bir süre boyunca unutuldu; Mısır’ın eski konuşma dili ise 7. Yüzyıldan sonra İslam’ın kabulüyle birlikte Arapçanın yaygınlaşmasıyla, tarihin derinliklerinde kayboldu.

Hiyerogliflerin deşifre edilmesi, sadece yazının yapısını anlamayı değil, aynı zamanda büyük bir uygarlığın kapısını yeniden aralamak anlamına geliyordu. Keşfedildiği gün ne Mısır ne de Avrupa’da bir tek kişi bile, eski Mısır hiyerogliflerinin nasıl okunacağını bilmiyordu. Ancak Batılı akademisyenler hala Antik Yunanca okuyabildiği için, Rosetta Taşı, hiyerogliflerin şifresini çözmek için değerli bir anahtar olarak kullanıldı.

Hiyeroglifler yüzyıllar boyunca birer mistik simge olarak görülmüştü. Birçok bilim insanı, bunların sadece sembolik anlam taşıyan kutsal işaretler olduğuna inanıyordu. 1814’te İngiliz fizikçi Thomas Young, Rosetta Taşı’ın Yunanca bölümünden yola çıkarak, hiyerogliflerde oval bir çerçeve (yani ‘kartuş’) içine alınmış isimleri fark etti. Mısırlı olmayan isimlerin ideografik bir yazıyla yazılması zor olacağı için, hiyerogliflerin nadiren de olsa sesleri temsil edebileceğini öne sürerek ilk adımı attı.

Ancak asıl atılım, Fransız bilim adamı Jean-François Champollion‘dan geldi. Kıpti diline olan derin hakimiyeti, ona hiyerogliflerin sadece resimlerden ibaret olmadığını, fonetik ve ideografik öğelerin bir arada bulunduğu melez bir sistem olduğunu gösterdi. Şöyle ki, bir hiyeroglif bazen bir sesi temsil ederken, bazen bir nesneyi veya bir fikri simgeliyordu.

Champollion, çeviri çalışmalarında, öncelikle Ptolemios ve Kleopatra isimlerinden faydalandı. Yunanca metinde bu isimlerin varlığı, hiyerogliflerdeki karşılıklarını bulmasını sağladı. Daha sonra bu kelimelerdeki hiyeroglifleri tek tek inceleyerek, bazı harflerin fonetik sesleri temsil ettiğini belirledi. En kritik adım, Mısırlı bir firavunun ismini çözmesiyle geldi: Ramses. Ebu Simbel tapınağındaki bir kartuşta yazılı olan bu isim, “ra” sesiyle başlıyor, “s” sesiyle sona eriyordu. Böylece sırasıyla tüm harfler çözüldüğünde, Champollion’un teorisi kesinleşti.

Bu büyük keşif, antik Mısır’ı anlamamızı sağlayan, en önemli adımlardan biri oldu. Champollion, 1822’de bulgularını duyurduğu gün, kardeşinin ofisine girerek “Je tiens mon affaire!” diye haykırdı ve heyecandan bayıldı. Bu zafer, sadece onun değil, insanlığın antik geçmişine duyduğu merakın ve sabırlı bilimsel çabanın bir sonucuydu. Champollion, keşifleri nedeniyle Mısırbilimin kurucu babası olarak anılmaktadır.

‘Tanrıların Yazısı: Rosetta Taşı’nı Çözme Yarışı’ kitabının yazarı, Edward Dolnick’e göre bilim insanları, Rosetta Taşı’nın bulunmasından kısa bir süre sonra, üç yazının sanki üç kişi de aynı filmi anlatıyormuş gibi, kabaca aynı şeyi söylediğini fark etmişlerdi. Ancak seçilen sözcükler birebir aynı değildi; kararname, muhtemelen önce Yunanca olarak düşünülmüş, daha sonra yerel bir görünüm kazandırmak için Mısırcaya çevrilmişti. Edward DolnickRosetta Taşı’na ilk bakanlar, metni deşifre etmenin iki hafta süreceğini düşünmüşlerdi,” diyor. “Ama sonuçta tam 20 yıl sürdü.” Bugün, Rosetta Taşı sadece bir arkeolojik eser olmayıp, aynı zamanda insanlığın bilgiye ve keşfetmeye olan sonsuz tutkusunun, bir sembolü haline gelmiştir.

Komplo Teorileri

Tarih boyunca büyük keşiflerin gizemleri ve komplo teorileri eksik olmaz. Rosetta Taşı da bu teorilerden nasibini almıştır.

Masonik Bir Şifre Taşıyor Mu?

Zamanla bu taşın yalnızca dilin çözülmesine yardımcı olmakla kalmadığı, aynı zamanda bazı gizemli ve mistik anlamlar taşıdığına dair çeşitli spekülasyonlar ortaya çıkmıştır. Bu spekülasyonlardan biri de Rosetta Taşı’nın Masonik bir şifre içerdiği iddialarıdır. Rosetta Taşı’ndaki üç farklı yazı—hiyeroglif, demotik ve Yunanca—bazı kişiler tarafından Masonlukla ilişkilendirilmiştir. Masonlukta üç sayısı sembolik bir anlam taşır; örneğin üç büyük ışık (kutsal kitap, pergel ‘akıl’, gönye ‘ahlak’), üç sütun (bilgelik, kuvvet, güzellik), üç derece (çırak, kalfa, üstat), üçlü sloganlar (üçlü tokmak vuruşu, üçlü adım, üçlü selam) gibi. Bazı spekülatif görüşler, bu üçlü yapının ezoterik bir mesaj taşıdığına inanır.

Masonluk, eski uygarlıklara ait gizli bilgilere sahip olduğu iddialarıyla bilinir. Bu bağlamda bazı teorisyenler, Rosetta Taşı’nın sadece Mısır dilinin çözülmesi için değil, aynı zamanda gizli ve kadim bilgilerin açığa çıkması için bir anahtar olabileceğini öne sürmüştür. Resmi bir mason locasına katıldığına dair bir kayıt bulunmamasına rağmen, Napolyon’un masonlukla yakından ilişkili olduğunda dair pek delil vardır: kardeşleri, üvey babası ve generallerinin mason olması, kendisinin masonluğu Fransa ve Avrupa’da yaygınlaştıran liderlerden biri olması dahası İmparatorluk sembollerinde arı ve defne çelengi gibi masonik semboller kullanması ve daha pek çok şey… Bu yüzden Rosetta Taşının Napolyon’un askerleri tarafından keşfinin bilinçli olarak, eski sırları gün yüzüne çıkarmak amacıyla yapıldığına dair iddialar ileri sürülmüştür.

Taş, Gizli Bir Antik Bilgi Saklıyor Mu?

Rosetta Taşı, bir gizem ya da büyülü bilgi taşıyan bir obje değildir. İçeriği, Mısır’daki Firavun’un tanrısal bir figür olarak kabul edilmesi ve halkının ona itaat etmesi gerektiğini belirten bir kraliyet fermanından ibarettir. Yani, bu taş bir tür idari ve dini belge olarak hizmet eder. Bununla birlikte taşın eski sırları saklayan ya da kadim bilgileri gün yüzüne çıkaran bir anahtar olduğu yönünde çeşitli spekülasyonlar ortaya atılmıştır.

Ezoterik komplo teorileri, Rosetta Taşı’nın yalnızca dilin çözülmesinin ötesinde bir anlam taşıdığına inanır. Tarihî eser ve sembollerin mistik yorumlara tabi tutulması, ilginç bir yaklaşım olsa da, bu yorumların gerçeklikle desteklenmesi gerekir. Ancak, bu tür iddiaların arkasında sağlam arkeolojik ve akademik kanıtlar bulunmamaktadır.

Taş, Gerçekten Orijinal mi, Yoksa Sahte Mi?

Bazı komplo teorileri, Rosetta Taşı’nın sahte olabileceğini iddia etse de arkeologlar ve dilbilimciler bu görüşleri kanıtlarla çürütmüştür. Eğer taş sahte olsaydı, hiyerogliflerin çözülmesi bu kadar başarılı olamazdı çünkü o dönemde eski Mısır dili üzerine bilgiler çok sınırlıydı. Ayrıca taşın içeriği, diğer Mısır metinleriyle birebir uyum içindedir, bu da onun gerçek bir tarihi belge olduğunu gösterir.

Rosetta Taşı, Kur’an’da Geçiyor Mu?

Kur’an’da doğrudan Rosetta Taşı’ndan bahsedilmez. Ancak, geçmiş medeniyetlerin dillerinin çözülmesi ve unutulmuş bilgilerin gün yüzüne çıkması, İslam düşüncesinde önem verilen bir temadır. Bu açıdan bakıldığında, Hz. Peygamber’in ‘İlim, insanın yitik malıdır; onu nerede bulursa alır’ Hadis-i Şerifi, Rosetta Taşı gibi arkeolojik keşiflerin, insanlığın bilgiye ulaşma serüvenindeki önemini vurgulamaktadır.

Bununla birlikte geçen haftalarda yaptığımız Eski Mısır Tarihi videosunda Rosetta taşından bahsetmem üzerine bir takipçim internette Rosetta Taşı’nın Kur’anı doğrulayan bir mucize olduğu yönünde bilgiler olduğunu söyleyince şaşırdım, çünkü böyle bir bilgim yoktu. İnternette yaptığım kısa bir araştırmada taş ile doğrudan alakası olmayan iki iddia buldum. Başkası varsa lütfen yorumlara yazın.

Haman adı

İlki Kasas Suresi’nde (28:38) özel bir isimden ziyade, Firavun’a danışmanlık yapan bir saray görevlisinin unvanı gibi kullanılan Haman ile ilişkili. Aslında Mü’min Suresi (40:36-37) gibi ayetlerde eklendiğinde Kur’an’da 6 kez bu isim geçiyor. Kuran-ı Kerim’de ‘Allah’ın, Musa’yı, Haman ve Firavun’un eziyet ettiği İsraillileri koruması için gönderdiği’ ve “Firavun’un Haman’a bir kule inşa ettirme emri verdiği” bildiriliyor. Kur’an’a göre Haman, Musa’nın mesajına karşı Firavun’un yanında yer alan ve onun iktidarını destekleyen önemli bir figürdür.

Mısır hiyerogliflerinde Haman adı, özellikle 18. ve 19. Hanedanlık dönemine ait metinlerde görülür. 19. Hanedanın gerçekten de I.ve II. Ramses’in ile Merneptah gibi da Musa’nın Çıkış öyküsüne yakıştırılan muhtemel firavunların ait olduğu döneme denk gelmesi dikkat çekicidir. Bazı araştırmacılar, Mısır’da taş ocakları ve inşaatlarla ilgili bir yetkiliye atıfta bulunabilecek benzer bir isme rastlandığını öne sürer. Ancak bu konuda kesin bir akademik uzlaşı yoktur.

Tevrat ve Eski Ahit’te Haman adı, Musa’nın hikayesiyle bağlantılı olarak geçmez. Ancak, Esther Kitabı’nda, Pers İmparatorluğu döneminde Yahudilere düşman olan bir vezir olan Agagit Haman’dan söz edilir. Bu Haman’ın da Musa döneminden çok sonra yaşadığı kabul edilir. Sonradan Müslüman olan Fransız doktor Maurice Bucaille gibi bazı yazarlar, Mısır hiyerogliflerinde mimarlık ve inşaatla ilgili bir görevli unvanı olarak geçen “Hmn” veya “Hmnw” kelimenin, Kur’an’daki Haman ismiyle bağlantılı olabileceğini öne sürmüştür. Madem konuya girdik Bucaille, Türkçe’ye ‘Tevrat, İnciller Kur’an-ı Kerim ve Bilim’ adıyla çevrilen eserinde Haman iddiası dışında Firavun’un cesediyle ilgili olarak, Kur’an’da Firavun’un boğulduktan sonra cesedinin korunacağına dair ifadenin (Yunus Suresi 92. ayet) Mısır mumyalama geleneğiyle örtüştüğünü de savunmuştur.

Konuya dönersek bu iddiada mucizeden kasıt Kuran’da rastlanılan Haman adının, Mısır hiyerogliflerinde de tespit edilmesi, dolayısıyla Rosetta Taşı’na bu metinlerin çözülmesine sağladığı katkıdan dolayı yapılan atıf var. Konu çok ilginç, ancak bir yerde veriler tıkanıyor ben de tıkanıyorum. Teoloji de benim alanım değil, iddia da zaten doğrudan Rosetta Taşı ile ilgili değil.

hiyeroglif mucizesi mi?: Yer ve gökyüzü senin için ağlayacak’

Bulduğum ikinci iddia yine hiyeroglif mucizesi adıyla, bir hiyeroglif metninin İngilizce çevirisi yayınlayarak bu metinde geçen ‘yer ve gökyüzü senin için ağlayacak’ ifadesine, Kuran’da (44:29) Duhan suresi 29. ayette ‘Onlar için ne gök, ne yer ağlamadı’ sözlerinin karşılık olarak verildiği şeklinde. Adeta firavun için “Büyük ve yüce değildi, ağıtlar boşuna yakıldı, gök ve yer onun için ağlamadı” denildiği iddia ediliyor. Burada da, aslında ilk iddia ile benzer şekilde Rosetta Taşı’nın içeriğiyle ilişkili bir durum olmadığını, sadece hiyerogliflerin çözümüne katkısı dolayısıyla atıf aldığını görüyoruz.

Pek çok web sitesinde yer alan bu iddianın ilk kaynağı da belirsiz. İlk olarak Kuranın Mucizeleri (Miracles of Kuran) adlı web sitesinde 2020’de yayınlanmış gibi görünüyor muhtemelen daha öncesi de var. 2021’de Kurandan Mucizeler ve Tevhid dergisinde 2024 ve irili ufaklı İslami sitelerde dile getiriliyor. Derli toplu olarak ise Altay Cem Meriç’in İnsan Yayınlarınca, 2022’de basılan “Peygamberliğin ispatı” adlı kitabının 468-470. sayfalarında yer alıyor ancak yazar iddianın ilk kaynağı olarak başka bir yeri göstermiyor. Dediğim gibi bu iddia anonimse veya daha da öncesi varsa bilecek kadar İslami literatüre hâkim değilim, mümkün olduğunca teoloji alanına girmemeye çalışıyorum ancak onlar tarih ve mitolojinin alanına girmiş durumdalar.

Tüm bu iddialar MÖ 305 civarına tarihlenen ve British Museum’da EA 10188 numaralı papirüste saklanan, orijinali Hiyeratik yazıyla yazılan “İsis ve Nephthys’in Şarkıları” adlı metnin Raymond O. Faulkner tarafından yapılan İngilizce çevirinin yayınlandığı bir web sitesini kaynak gösteriyor. Bu şarkı aslında ağıt, Abydos Tapınağı‘nda tanrı Osiris’e adanmış bir törende söylenmek üzere bestelenmiştir. Bu tören “İki Çaylak Festivali” olarak bilinen ve Nil’in taşkın mevsiminin dördüncü ayında, 22-26. günler arasında Osiris Tapınağı’nda kutlanan bir törendir.

Metinde, Mısır tanrıçaları İsis ve Nephthys, öldürülen kardeşleri tanrı Osiris için yas tutar ve ona yakarırlar. Efsaneye göre, Set, Osiris’i öldürüp parçalara ayırmış, İsis ve Nephthys ise onu diriltmek için büyük çaba göstermiştir. Bu festivalde, bu mitolojik olaylar dramatik bir şekilde canlandırılır ve Osiris’in yeniden doğuşu simgelenirdi. Tören sırasında, yıkanıp, peruk takmış, iki genç kız, İsis ve Nephthys’i temsilen, tamburinler eşliğinde Osiris’in huzurunda bu ilahileri seslendirmekteydi. Yazarın da iddia ettiği gibi İsis ve Nephthys’in Ağıtları temel olarak Osiris için söylenmiş olsa da, Mısır’da tanrı kabul edilen firavunlar öldüğünde, Osiris ile özdeşleştirildiğinden, firavunlar için yapılan cenaze ritüellerinde de bu ağıtın ya da benzerlerinin kullanılmış olması muhtemeldir.

Bununla birlikte “Yer ve gök … için ağlıyor” ifadesi binlerce yıl boyunca Sümer, Babil, Asur ve diğer Mezopotamya kültürlerine ait mitolojik ve dini metinlerde, önemli kişilerin veya tanrıların ölümüyle bağlantılı olarak sıkça kullanılmıştır. Sümer çoban tanrısı Dumuzid’in ölümü anlatılırken, doğanın onun için yas tuttuğu belirtilir. Babil versiyonunda İnanna (İştar) onun ardından ağlarken, doğa da bu mateme katılır. Sümer ve Babil şehirlerinin yıkımı üzerine yazılmış ağıt metinlerinde, genellikle “yer ve gök” şehirlerin yıkımına yas tutan unsurlar olarak gösterilir. Örneğin, “Ur’un Yıkımı Üzerine Ağıt” adlı metinde, gökyüzünün ve yeryüzünün ağladığından bahsedilir.

Eski Ahit’te benzer ifadeler özellikle peygamberlerin sözlerinde yer alır. Örneğin, Yeremya 4:28’de, Tanrı’nın gazabına karşılık şu sözlerle”yer ve göğün yas tutacağı” belirtilir: “Bu yüzden yeryüzü yas tutacak, gökler yukarıda karanlığa bürünecek.” Yine Yeşaya 24:4‘te de yeryüzü ve gökyüzünün bir felaketin ardından ağladığı anlatılır. Hatta Ortadoğunun ötesine geçelim Yunan ve Roma Mitolojisii’de Orfeus ve Evridiki hikâyesinde, Orfeus’un yas tutması sırasında, doğanın onunla birlikte ağladığı anlatılır. Sözün özü yazar veya iddia sahibi ilginç bir temayı yakalamış olmasına rağmen, bu ağıtın bizzat Musa’nın peşinden giderken helak olan firavun (artık hangisiyle I. Ramses, II. Ramses, Merenptah veya Dudimose) için okunmadığı açık olduğundan, Kuran’da bahsi geçen “Ne gök ne de yer ağladı onlar için” ifadesinin Mezopotamya mirası bir ifade tarzı olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. Bu noktada, Musa’nın Mısır’dan çıkışı ve Firavun’un helakı ile ilgili tarihsel veya arkeolojik kanıtlar henüz ortaya konmamışken, bu tür iddiaların yalnızca dilsel ve kültürel paralelliklerle sınırlı kaldığını söylemek yerinde olacaktır.